Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

İhtiyacımız var…

...

Dünya yaratılalı beri, bilmem ne kadar dönümünü tamamladı. Bilmem kaç kez ölümlere, yaşamlara, kavuşmalara, terk edilişlere, hüzünlere, sevinçlere, asırlara şahit oldu. Halada bütün şahitlikleriyle bir yörüngede akmaya devam ediyor.

Kainat elbette ki boş yere yaratılmadı. Bu sebeple de amaçsız olan hiçbir varlık yok. Öyle olunca insan da bir amaç için var. Eskiler buna kesb-i kemal ile seyr-i cemale vuslat demişler. Zaten insanın bir gaye taşımaması, hele de değerlerinin gereği olan ulvi gayeye yüz çevirmesi tükendiğinin resmidir. O zaman her felaket mukadderdir.

İnsan o ulvi gayesinin içerisinde hayat denen, her nefesi değerli olan çok büyük bir nimete nail olmuş. Düşündüğümüz zaman her şeyin alternatifi var. Aşımızın, işimizin, arkadaşımızın, şehrimizin mutlaka diğeri de olur diyebileceğimiz bir seçeneği var. Ama hayatın kendisinin bir alternatifi yok. Elimizde nasıl anılacağımıza ve anlatılacağımıza dair sadece bu hayat var. Sahibi miyiz emanetçisi miyiz bilmiyorum. Sahibi olsak her anına biz hükmederiz ama hükmedemiyoruz, emanetçisi olsak korumak zorundayız, buna rağmen zarar görüyor. Ama her halükarda bir mükellefiyet var. Bu sebeple de çok önemli bizler için. Belki de onun için demiş Sadi Şirazi; “İnsan her nefeste iki kere şükretmelidir. Çünkü nefes alamazsa ölür. Bunun için şükretmelidir. Aldığı nefesi veremezse ölür. Bunun için de şükretmelidir.”

Hayata dair sorulacak, manamıza ulaştıracak çok soru var. Lakin o kadar çok hadisenin içerisindeyiz ki, belki de çoğu zaman anlamımızı kaybediyoruz ya da kaybettiriyorlar. Tolstoy’un ifadesiyle “Yiyordu, içiyordu, uyuyordu, uyanıyordu ama yaşamıyordu.”… dediği bir farksızlığın girdabındayız.

Ölüm denen gerçek gelinceye kadar süresi ezelde takdir edilmiş bir yaşamın içerisindeyiz. Peki nedir benim istediğim bu yaşamda? Zenginlik mi? Mutluluk mu? Sevgi mi? Başarı mı? Ebrar mı? Bakış açımızın ve anlayışımızın temeline nasıl bir düşünceyi oturtarak genelleştirilmiş bir kapsamla bunları mı istiyoruz? Yoksa hiçbir ölçü tanımadan sadece benden ibaret dar bir alanda tek merkezin kendimiz kabul edildiği neticeler mi isteğimiz? Hayatın birde sonrası var, şayet inanıyorsak. İnanılsın veya inanılmasın ama nasıl bir anılışla anılmak isteriz ki? Hakkımızda iyi mi konuşsunlar kötü mü?

Dünya sadece bizden ibaret olmadığına göre ve herkesin zaman ve mekan içerisinde sorumluluk sahibi olduğu, ama kiminin farkında kiminin ise farkında olmadığı bir dönem içerisinde ne istiyoruz?

Tercih hakkımız olsaydı kim olmak isterdik? “Kim”liğimizde ölçü ne olmalıydı? Herkesin gözdesi mi yoksa fıtratın öznesi mi? Nasıl birisi olarak yaşamalıyım? Süremiz dolup da canın bedenden gitme zamanı geldiğinde kim olarak gözlerimiz kapanmalı? Öleceğimiz o gün geldiğinde nasıl huzurla kapatırız gözlerimizi? Bunu muhasebe etmek nasıl, ne zaman olmalı? Nasıl düşünmeli? Vicdanımızda olduğu gibi, kendimizi kandırmadan nasıl anlatmalı? Kusurumuzla, pişmanlıklarımızla yüzleşe yüzleşe, kendimiz haklı çıkarmadan ama şefkatle nasıl yapmalıyız? İş belki de uyanmaya, uyanınca kalbine bakıyor. Belki de ancak böyle doğrulur eğrilerde, eğri işlerde... Her yanın eğri olması bahane değil, nefes alınıp verildiği sürece. Mesele doğru için ne yapıldığı, yapılması gerektiği… Kalbin nasıl baktığı…

Mesele belki de cennet ve cehennem. Mutlaka ölüm sonrası için bir karşılık olarak düşünmemek gerekir. Kalbinde sevgi bitmişse, sevginin ve şefkatin yeniden filizlenebileceği aklından geçmiyorsa, hep bir düşman oluşturuyorsan, düşmanlık üzerine kurduğun bir hayat varsa; sana da, etrafına da cehennemdir olduğun her yer. Çünkü hep bir korku taşıyacaksındır. O zamanda yaşattığın korkuların sokaklarına çıkıp da özgürce atacağın adımın huzurunu bulamazsın, düşünemezsinde. Artık basiretin bağlanmış, ferasetin kapanmış, kalbin mühürlenmiştir.

Ama güzel insanların iyiliği hakim kıldığı, bunun mücadelesini verdiği, nefretin olmadığı, hiçbir şey olmasa bile asgari müştereklerdeki güzelliğin olduğu, kötülüğün olmadığı, olmaması için mücadele edildiği bir vuslatın özlemi cennete dönüştürür olduğun her yeri, bugün olmasa bile yarın… Çünkü korkun yoktur, ulvi bir gayen vardır ve ümitsiz değilsindir.

Evet, ihtiyaç sahibiyiz. Neye üzüldüğümüzü unutturacak mutluluklara ihtiyacımız var.Geçirdiğimiz günleri, yılları aratmayacak bir atiye ihtiyacımız var. Bir tutam sevgiye, bir tutam huzura ve bir tutam şefkate ihtiyacımız var. Merhamete ve adalete ihtiyacımız var. Ulvi gayemizi hatırlamaya ihtiyacımız var. Uyanmaya ihtiyacımız var. Sabah evden çıkınca akşamın bir lokmasının derdine düşmediğimiz, yarının endişesini taşımadığımız bir bakışa ihtiyacımız var. Bunları Çin’in 70 milyon santigrat derecedeki yapay güneşi sağlamaz. Elon Musk’ın yapay zekaları veya Mars projesi sağlamaz. Apple’nin “sen ne aptal bir programsın” diye kızan çocuğa “sanal bir programla tartışmaya çalıştığına göre asıl aptal sensin” diye cevap veren Siri’si sağlamaz.

Hepsinin varacağı ve en büyük anlamını bulacağı yer şüphesiz ki kalptir. Onun için rengin ölçüsü sadece kalp olmalıdır. İnsanın rengi sadece kalbine göre belirlenmelidir. O da ya siyahtır ya beyaz. Grisi olamaz…

Etiketler :
, , , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum